Hemen hemen birçok sanat dalında “Gotik” kavramı kullanılmıştır. Mimaride, resimde, müzikte ve edebiyatta söz konusu kavram belirli özellikler çerçevesinde kullanılarak bir tür yaratılmıştır. İlk olarak mimari de kullanılan gotik kavramı zamanla kapsamını genişletmiştir. Bu kavramın edebiyata ulaşması 18. yüzyıla denk gelmektedir.
1764 yılında sanatın ilk gotik yapıtı olan “The Castle Of Otranto” Sir Horace Walpole tarafından yazılmıştır. Ancak bu eser daha çok bir deneysel roman özelliği göstermektedir. Gotik edebiyatı tanıtan bir önsöz ile başlayan bu romanda yazar gotik mimarinin özelliklerini kullanmıştır. Romanın ana mekanı olan kale, gotik tarzı simgelemektedir. Kale dışarıya kapalıdır ve korku öğelerini de içinde barındırmaktadır. Romanda bireysel bir yalnızlık yerine bir aile dramı yer almaktadır. Bunun yanı sıra feodalizmi bir dram ve hayaletler eşliğinde sivri bir şekilde eleştiren yazar, sonunda feodalist yapıyı da çökertme cesaretini gösterir. Bunun yanı sıra ileriki yıllarda da yazılan gotik eserlerde göreceğimiz kişilik çatışmaları romanın dikkat çeken bir diğer unsurudur.
Gotik Edebiyat denilince akla gelen bir diğer isim ise Ann Radcliffe’dir. Radcliffe, bu türü bir adım daha öteye götürerek kır yaşamı, insan yalnızlığı, yabancılaşma ve modern yaşamın etkileri gibi zıtlıkları eserlerine yansıtmıştır. Yine bu dönemde bazı yazarlar hayalet imgesini kullanarak bir korku unsuru yaratmışlardır.
18.yüzyılda Gotik tür bu şekilde edebiyatta doğmuş ve gelişmiştir. Aydınlanma çağı ile birlikte edebiyatta büyük bir değişim yaşanmış ve Gotik tür de bu durumdan etkilenmiştir. Doğaüstü olayların fazlaca olduğu eserler bir kusur olarak, bir eleştiri noktası olarak görülmüş. Yeni bir çağ ile bir bedene sahip olan akılcılık görüşü Gotik eserlere de yansımıştır. Buna en büyük örnek ise Mary Shelley tarafından kaleme alınan “Frankestein” adlı romandır. Romanın ana kahramanı, doğaüstü güçler yerine bilimsel bir şekilde ortaya çıkmıştır. Yazar bu şekilde Gotik romanın hayalet imgesini yok sayarak yeni çağın Gotik türünü belirginleştirmiştir.
Gotik türün en önemli temsilcisi ise Amerikalı yazar Edgar Allan Poe’dur. Poe, bu türün en güçlü ismi olmasının yanı sıra yazdığı eserler sadece türün sevenleri tarafından değil tüm dünya tarafından benimsenerek okunmuştur.
Gotik Edebiyatının Karakteristik Özellikleri
Gotik tür, edebiyatta kendisini korku arka fonu ile gösterir. Bu korku, fantastik hikayeler ile ve kimi zaman da doğa üstü olaylar ile ortaya çıkmaktadır. Gotik türde hakim olan kavram karanlık ve derin kişilik çatışmalarıdır. Kimi yazarlar hiçbir olağanüstü olaya yer vermeden kişiyi sadece kendi fikirleri ile kendi kişilik çatışmaları ile vererek bir derin bir korku kavramı yaratırlar bunun en modern örneğine Edgar Allan Poe’nun öykülerinde rastlamak mümkündür.
Gotik türde romanların ve öykülerin kahramanları acı, yalnızlık, karamsarlık gibi hisleri derinlemesine yaşarlar. Kahramanlar korkuları ile adeta kendi kendilerini ele verirler. Onlar için tamamen hastalıklı tipler demek yanlış olacaktır, onlarında korkuları esasen her insanda olabilecek olağan korkulardır. Ancak, bu daha çok kişilik çatışmaları ile örülen öykü ve romanlarda bulunmaktadır. Bunun yanı sıra mistik olayların yer aldığı romanlar fiziki bir korku unsuru ile hareket etmektedir.
Psikolojik ve fizyolojik sorunlar da Gotik türün vazgeçilmez nitelikleri arasındadır. Gotik Edebiyat içinde daha çok romantik akımın etkileri hissedilmektedir. Ancak bazı Gotik eserlerde topsal niteliklerde söz konusudur. Gotik türün ilk eserlerinde olduğu gibi bazı sistemleri ağır bir şekilde eleştiren bunun kişide yarattığı etkiyi çeşitli çatışmalarla dile getiren eserler de bulunmaktadır.
Gotik eserlerde, mekanlar da en az kahramanlar kadar önemli bir yer tutmaktadır. Özellikle de eserlerde kaleler ve şatolar fazlaca kullanılmaktadır. Yine bu türe ait yapıtlarda ürkütücü koridorlar, soğuk ve karanlık zindanlar yer almaktadır.
Yazar:Canan Yıldırım
çok güzel bir özet. Harika