Nutrigenomiklere dayalı kişiselleştirilmiş bir diyet, hem lipid profilini iyileştirmeye hem de inflamasyonu azaltmaya yol açar ve obezitesi olan hastalarda kardiyovasküler önleme üzerinde etkili olabilir. Epidemiyolojik veriler, hem obezite hem de kardiyovasküler hastalıkların (CVD) tüm dünyada yetişkinlerde toplam morbidite ve mortalitenin yüksek bir oranını oluşturduğu görüşünü desteklemektedir. Obezite diyetin de içinde olduğu çevresel ve genetik faktörlerin etkilediği karmaşık bir mekanizmaya sahip hastalıktır.
Beslenme çevresel bir faktördür ve sağlık yönetiminde ve obezite ve KVH dahil obezite ile ilişkili hastalıkların önlenmesinde baskın ve kabul edilebilir bir role sahiptir. Bununla birlikte, obezite ve aynı diyet düzenine sahip hastalarda KVH’de belirgin bir varyasyon vardır. Farklı genetik polimorfizmler, nutrigenetik kavramının ortaya çıkmasına neden olan bu varyasyonu açıklayabilir. Nütrisyonel genomik veya nutrigenetik, belirli besinlere verilen farklı tepki ile ilişkili gen varyantlarını inceleyen ve karakterize eden ve bu varyasyonu obezite ile ilişkili CVD gibi çeşitli hastalıklarla ilişkilendiren bilimdir.
Bu nedenle, bireyin genetik geçmişinin bilgisine dayanan kişiselleştirilmiş beslenme önerileri, belirli bir diyet müdahalesinin sonuçlarını iyileştirebilir ve sağlığı iyileştirmek, obeziteyi ve KVH’yi azaltmak için yeni bir diyet yaklaşımını temsil edebilir. Bu öncüller göz önüne alındığında, diyet ve gen etkileşimlerinin aydınlatılmasının, beslenme genetiğine dayalı kişiselleştirilmiş beslenme yoluyla hem obezite hem de kardiyovasküler hastalıkların önlenmesinde daha spesifik ve etkili diyet müdahalelerini destekleyebileceğini varsaymak sezgiseldir.
Obezite; beslenmeyle ilişkili kronik, düşük dereceli bir inflamatuar bozukluktur. Bu bozukluk bir grup metabolik anormallik/komorbidite ile ilişkili önemli faktörden ortaya çıkarken bazı hastalıklar işçinde risk teşkil eder. Risk teşkil ettiği hastalıklar;
• İnsülin direnci ve hiperinsülinemi,
• Hipertansiyon,
• Bozulmuş glukoz toleransı,
• İnsüline bağımlı olmayan diabetes mellitus
• Kardiyovasküler hastalığı (CVD),
• Tip 2 diyabet,
• Bir dizi kanser
Obezitenin ilerlemesi ve ilişkili komorbiditeler, anormal yaşam tarzına öncülük eden alışkanlıkların sonucudur, bu nedenle nutrigenetik ve nutrigenomiklerin obezite riskini en aza indirmeye yönelik çalışmalarına katkıda bulunduğu mükemmel noktada işte burasıdır. Şimdi sorulabilecek soru şu; obezojenik ortam sağlanırsa tüm bireylerin veya popülasyonların obeziteden etkilenip etkilenmediğidir. Bu noktada cevap hayırdır.
Araştırmacılar, Nakamura, Nettleton ve Reddon kendi ekipleri ile birlikte obezite hastalığında genetik değişkenlik ve çevresel faktörlerle ilgili araştırmalar yönetmişlerdir. Buna istinaden obezojenik ortam; diyet besinleri, yaş, cinsiyet, etnik köken, uyku süresi, fiziksel aktivite miktarı, hareketsiz davranış, stres, sigara, alkol tüketimi, ilaç kullanımı ve depresyonu içermektedir. Dolayısıyla, çevresel faktörlerin, gen-besin-hastalık etkileşimi karşısında obezitenin birincil nedeni olduğuna dair kesin bir kanıttır.
İyi bir beslenme alışkanlığına ve gün içinde belirli bir zamanlama ile günde en az 30 dakika fiziksel egzersize sahip olan bir kişi, bu tür metabolik bozukluklardan ve eşlik eden hastalıklardan kaçınabilir. Nutrigenomik bize genomun karmaşık etkileşimlerini ve hem popülasyonlar içinde hem de popülasyonlar arasında değişen obez fenotip arasındaki düzenleme farklılıklarını açıklamaktadır.
Araştırmacı Hill ve ekibi artan enerji alımını, azalan enerji çıktısını ve enerji birikiminin sonuçlarını içeren pozitif enerji dengesi kavramı ile ilgili tespitlerde bulunmuştur. Bu kavramda enerji, kalori olarak temsil edilir, eğer diyetten alınan enerji çıktıdan daha büyükse, o zaman (i) dinlenme metabolik hızına, (ii) diyet besinlerinin emilimine ve metabolizmasına, (iii) ısı üretimine veya termojeneze neden olur ve (iv) fiziksel aktivite, yağ dokusu içinde triaçilgliserol birikimini teşvik eden bir pozitif enerji denge durumudur. Muhtemelen, tam tersi durumda, bir negatif enerji dengesi durumu, triaçilgliserolün lipolizini ve yağ asitlerinin adipoz dokudan mobilizasyonunu teşvik etmekle sonuçlanır.
Ek olarak, Stockard, çevrenin obezite üzerinde çok büyük bir etkisi olduğu gerçeğini tanımlamıştır. 100 yıl önce, anne rahminde gelişen embriyo ve fetüsün, embriyonun gelişiminde belirli zaman dilimlerinde orta düzeyde bir çevresel kısıtlama sağlarken, yavruların genomik yapısını değiştirmeden fenotipte dramatik bir varyasyon gösterebileceğini belirtmiştir. Bu bulgularla birlikte yeni bir kavram, obezite ile ilişkili bu epigenetik değişikliklerin arkasında çalışan bilimi açıklamaktadır.
Araştırmacı Goldberg ve ekibi ise çalışmalarında prenatal ve erken postnatal dönemlerin obezitenin gelişimsel indüksiyonunda kritik bir role sahip olduğunu göstermektedir. Burada epigenetik başrolü üstlendi, fetüsün erken beslenme ortamı sırasında daha sonraki yaşamda obezite geliştirme duyarlılığını artırabilir. Epigenetik, gen dizilerini değiştirmeden gen ifadesinde kalıtsal değişikliklere neden olabilir, temel olarak belirli genlerin ne zaman ve nerede ifade edildiğinin bütünleyici düzenleyici ve belirleyici faktörüdür.
Epigenetiğin ayrıntılı metilasyon modeli araştırmacı Bird, tarafından tasvir edilmiştir. Bu tasvirde bir CpG (fosfatla bağlanan sitozin ve guanin nükleotitleri) dinükleotidinde DNA’daki sitozinin 5′ pozisyonundaki metilasyonun memeli genomlarında çok yaygın olduğunu ve DNA replikasyonu ve hücre bölünmesi yoluyla iletilen stabil bir epigenetik işaret bıraktığını belirtti. Bu de novo metilasyon, DNA metiltransferazlar (Dnmts) 3a ve 3b tarafından katalize edilir ve hemimetillenmiş DNA’nın Dnmt1 tarafından gene özgü metilasyonuyla mitoz yoluyla korunur.
Ayrıca, çeşitli bilim adamları tarafından yapılan farklı deneyler, obezite ile ilgili çok yönlü deneyimleri anlatıyor. Nutrigenomik bilim adamları tarafından ortaya konan bazı kanıtsal gerçekler, daha düşük doğum ağırlığı ile yeni doğmuşsa, bebeğin yağ kütlesinin azaldığı anlamına gelir. Yağsız vücut kütlesine göre daha fazla yağ birikimi ile karakterize edilen erken büyümeyi yakalayan daha düşük doğum ağırlıklı bebeklerin, daha yüksek doğum ağırlıklarında doğanlara kıyasla daha sonraki yaşamlarında obez olma riski artar.
Benzer şekilde, başka bir deneyde Singhal ve ekibidüşük doğum ağırlığı ile doğan ve büyümeyi yakalayan bebeklerin formül sütü ile beslendiğini, ileriki yaşamlarında kardiyovasküler hastalık riskinin arttığını bildirmişlerdir. Bir dizi çalışma, bebeklik döneminde anne sütü ile beslenen yetişkinlere kıyasla formül sütle beslenen yetişkinlerde obezite insidansının daha yüksek olduğunu ortaya koymuştur. Ancak bu duruma uymayan her zaman istisnalar da bulunur.
Kaynakça:
https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles
https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC4391534/
https://www.researchgate.net/publication/300390323_Modulating_the_Risk_of_Obesity_and_Diabetes_through_Nutrigenetics
Yazar: Özlem Güvenç Ağaoğlu