Gönüllü kuruluş kavramıyla ilgili terminolojik tartışmalar bir hayli fazla… Bu nedenle gönüllü kuruluşları tanımlamaya çalışırken, kavramı hem sosyolojik hem de hukuksal anlamda irdelemek gereği ortaya çıkmaktadır.
“Üçüncü sektör” deyimiyle de ifade edilen gönüllü kuruluşlar, giderek çağdaş demokrasilerin “olmazsa olmaz” koşullarından sayılmaktadır. Bu olgunun altı, Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (TÜSEV) tarafından hazırlanan Türkiye Üçüncü Sektör Raporu’nda da çizilmektedir. Raporda, çağdaş demokrasilerde üç sektörün varlığından söz edilmektedir. Bunlardan ilki kamu hizmetlerinin ve yönetimin gerçekleştirdiği kamu sektörü, ikincisi kar amacıyla çalışan özel sektör, üçüncüsü de vatandaşların kar paylaşımı gütmeksizin gönüllü olarak kamu görevlerine katılımını gerçekleştiren vakıf ve dernek gibi gönüllü kuruluşlardır. Raporda gönüllü kuruluşların önemi vurgulanmak üzere “katılımcı ve çoğulcu her çağdaş demokrasinin, ancak üçüncü sektörü kadar güçlü olacağı” kabul edilmektedir.
Gönüllü Kuruluşlar Canlı Bir Organizmadır
Katılımcı ve çoğulcu demokrasileri güçlendiren gönüllü kuruluşların ilk olarak toplumdaki her örgüt gibi canlı bir organizma niteliğine sahip olduğu söylenebilir. Başka deyişle, gönüllü kuruluşlar; doğan, gelişen, kendini koruyan ya da dağılan bir varlıktır. Bu yönüyle bir tarihsel sürece de sahiptir. Sosyal bir yapı oluşturan gönüllü kuruluşlardaki üyeler kendilerine düşen rolleri üstlenmekte, bu roller yerine getirilmeyince de kuruluş ortadan kalkabilmektedir. Aynı kuruluştaki kişiler, bölüştükleri ilişki ağı içinde bir örgütlenmeye girmektedirler. Başka deyişle, kuruluşu üyeler, grup yapısı ve yönetim sistemi arasındaki karşılıklı ilişkiler örgüsü belirlemektedir.
Gönüllü Kuruluşların Temel Nitelikleri
Gönüllü kuruluşların en önemli ve en temel niteliğinin, kuruluşun gönüllülük esasına dayanması olduğu söylenebilir. Bu gruplar büyük çoğunlukla farklı düşünce yapısındaki kişilerin, hiçbir kişisel çıkar gözetmeden, ortak bir amaç etrafında bir araya geldiği kuruluşlardır.
Gönüllü kuruluşlar, sadece kuruluşu oluşturan ortak amaca hizmet etmektedir. Dolayısıyla bu kuruluşlar kar amacı gütmemektedir. Bu nitelik onları özel sektörden de ayırmaktadır. Kuruluşların mali kaynakları ise sınırlıdır. Bunun etkisiyle örgütlenmeleri de küçük ölçekte gerçekleşmektedir.
Gönüllü kuruluşların bu nitelikleri, yani gönüllülük esasına dayanmaları, kar amacı gütmemeleri, sınırlı mali kaynağa sahip olmaları ve küçük ölçekte örgütlenmeleri onları kamu kurum ve kuruluşlarından da ayırmaktadır. Başka deyişle, gönüllü kuruluşların bir başka niteliği de “hiçbir grup ya da örgüte bağlı olmamak” şeklinde ortaya çıkmaktadır. Ancak bu bağımsız örgütlenmeler, bireylerin ortak amaç ve hedefleri etrafında birleşmesi ve böylece kamuoyu oluşturma yoluyla siyasal iradeyi ve yönetimi etkileyebilmektedir.
Gönüllü Kuruluşlar Kamunun Bir Parçası mı?
Gönüllü kuruluşların kamu yönetiminin bir parçası ya da uzantısı olduğu da savunulmaktadır. Ancak gönüllü kuruluşların özel sektör gibi salt kar amacıyla kurulmuş olmamasına da dikkat çekilmektedir. Kar amacıyla kurulmuş olan şirketler ve işletmeler yapı, amaç ve işleyişleri gereği, gönüllü kuruluşlardan beklenen görevleri yerine getirememektedir. Bu yüzden bir gönüllü kuruluş, özel sektör ve vatandaş tarafından gönüllü olarak, kar amacı güdülmeksizin, aslında birinci sektörün görevine giren bir faaliyette bulunmak üzere kurulmalı ve kamu sektörüne destek olmalıdır.
Buraya kadar temel nitelikleri sıralanan gönüllü kuruluşlarla ilgili bir tanım vermek gerekirse, Meral Dinçer Nazlıoğlu’nun yaptığı tanımlamadan yola çıkarak, gönüllü kuruluşlar için şöyle bir kavramlaştırma yapılabilir: “Gönüllü kuruluşlar, ortak bir amaç etrafında gönüllü olarak ve kar amacı gütmeden bir araya gelen insanların yığın veya kalabalıktan öte bir anlam ifade ettiği, amaç ve hedeflerle bunların uygulanmasının gerek dünya gerekse Türkiye koşullarına göre değiştiği, başka deyişle kendini yenilediği; aktif ve kamuoyu oluşturarak geniş halk yığınlarını kendine çekebilen, kamu yönetimine gerektiğinde destek olan, bir olumsuzluk karşısında da ses çıkarabilen, ama neden ses çıkardığını da akılcı bir biçimde izah edebilen küçük ölçekli kuruluşlardır.”
Türk Hukuk Sisteminde Gönüllü Kuruluşlar
Evrensel ölçekte tek bir tanıma sahip olmayan gönüllü kuruluş kavramına Türk hukuk sisteminde de rastlanmamaktadır. Ancak kesinlikle bilinmekte ve kabul edilmektedir ki bu kuruluşlar dernek veya vakıf statüsünde vücut bulmaktadır. Türk hukuk sisteminde siyasal partiler dışında üç tür tüzel kişilik bulunmaktadır. Bunlardan özel sektörde yer alan şirketler ticari faaliyette bulunan ve kar amacıyla çalışan kuruluşlardır. Çalışma şekilleri de Ticaret Yasası ile düzene bağlanmıştır. Bu bağlamda kar amacı gütmeyen ve topluma bir şeyler yapabilme arzusunun ifadesi demek olan gönüllü kuruluşların sadece derneklerden ve vakıflardan ibaret olduğu ortaya çıkmaktadır. Hukuksal yapıları Medeni Yasa, Dernekler ve Vakıflar yasalarına dayanan gönüllü kuruluşlar özel hukuk tüzel kişiliğine sahip kuruluşlardır.
Görüldüğü gibi Türk hukuk sisteminde “adı açıkça gönüllü kuruluş olmasa bile” bir gönüllü kuruluşun taşıması gereken tüm unsurları taşıyan örgütlerin var olduğu söylenebilir. Avrupa Konseyi de çeşitli yayınlarında gönüllü kuruluşların dernek ve /veya vakıf statüsündeki örgütler olduğunu kesinlikle kabul etmektedir. Bu kuruluşlardan dernekler belli sayıda kişilerin bir amacı gerçekleştirmek üzere kurduğu tüzel kişiliklerdir. Vakıflar ise bir veya birden fazla kişinin belli bir amaca tahsis ettiği malvarlığı ile meydana gelmektedir.
Hem dünya genelinde hem de Türkiye’de dernek ve vakıf türü dışındaki bazı örgütlenmelerin de gönüllü kuruluş olarak değerlendirildiği görülmektedir. Bu değerlendirme aynı zamanda bir kavram kargaşasını da beraberinde getirmektedir. Tartışmanın ortaya çıkma nedeni olarak, gönüllü kuruluşların giderek artan prestijini ve önemini kıskanan kamu kurumu niteliğindeki bazı kurum ve kuruluşların kendilerini gönüllü kuruluş olarak nitelemesi gösterilmektedir. Buna göre, kamu kurumu niteliğindeki bazı üniversite enstitüleri, belediyeler ve yasayla kurulan meslek odaları gibi kurum ve kuruluşlar kendilerini gönüllü kuruluş olarak nitelemektedir. Üstelik bakanların, devlet başkanlarının bile gönüllü kuruluş kurdukları görülebilmektedir. Amaç, kısıtlı bütçeleri artırmak ya da uluslararası destek arayışları olabilmektedir. Örneğin Nepal’de çevreyi korumak için kurulan Kral Mahendra Vakfı bu yaklaşımın bir örneğidir. Ancak bu durum, yani kamusal nitelikli kimi kuruluşların da kendilerini gönüllü kuruluş gibi sunması bir kavram kargaşasına yol açmakta, bu durum böyle kuruluşların nasıl “hükümet dışı” olabilecekleri sorusunu akla getirmektedir.
Kavram kargaşasının sadece iç hukuk tartışmalarından değil, İngilizce terimlerin Türkçe karşılıklarının tam ve doğru olarak oturtulmamasından kaynaklandığı da savunulmaktadır. Buna göre, kargaşanın ilk nedeni, İngilizce’de “non-governmental organization” diye nitelenen bu kuruluşlara, Türkçe’de zorlama bir şekilde “hükümet dışı kuruluşlar” denmesidir. Başka deyişle kısaca NGO denen bu kuruluşların gittikçe artan önemini ve prestijini kıskanan birçok kuruluş, kendini NGO olarak nitelendirmektedir. Bu çerçevede; belediyeler, meslek kuruluşları, üniversitelere bağlı enstitüler veya araştırma merkezleri de kendilerini NGO diye tanımlayabilmektedir.
Bu noktada zaman zaman kendini gönüllü kuruluş olarak niteleyen bu kuruluşlarla dernek ve vakıfların farkını ortaya koymak gerekmektedir. Yerel yönetimler, gönüllülük esasına bağlı olarak kurulmamakta, aksine kamu gücünü temsil etmektedir. Aynı şekilde üniversitelere bağlı enstitü ve araştırma merkezleri de kamu gücünü kullanmaktadır. Personelleri devlet memuru unvanını taşımakta, bütçeleri devlet bütçesinin bir parçasını oluşturmaktadır. Meslek kuruluşlarının da gönüllülük unsuru dışında bir kurulma nedenleri vardır. Avukat, mimar ve mühendis gibi meslek sahipleri mesleklerini yapabilmek için ilgili odalara kaydolmak zorundadır. Oysa gönüllü kuruluşlarda zorunluluk ilkesi yoktur. Hatta fon yönetimleri ve özel yasalarla vakıf adı altında kurulan, ancak resmi makamlarca yönetilen vakıflar da gönüllü kuruluş sayılmamaktadır.
Çıkar ve Baskı Grupları
Gönüllü kuruluşlarla çıkar ve baskı gruplarını ve yurttaş inisiyatiflerini de ayırmak gerekmektedir.
Çıkar grupları, aralarında çıkar bağı olan bireyler tarafından, bu çıkarlarını korumak ve geliştirmek için kurulur. Baskı gruplarında ise toplumdaki çeşitli sosyal güçler bilinçli biçimde örgütlenerek, toplumsal çıkarları kendi çıkarları doğrultusunda iktidara iletmektedir. Bu gruplar, karar verme işlemini paylaşarak kitlenin gerçek iradesini belirleyen ve yönetime yasallığını kazandıran çoğulcu gruplardır. Gönüllü kuruluşlar çıkar ve baskı grupları ile benzeşse bile temel nitelikler açısından ayrımlar doğmaktadır. Nitekim dernek ve vakıf türü gönüllü örgütlenmeler, aralarında çıkar bağı olan bireyleri bir araya getirse de bu çıkar bireysel ya da belli bir grubun çıkarları değil, toplumsal çıkarları ön planda tutmakta ve amaçlamaktadır.
Yurttaş inisiyatifleri ise daha çok yerel ve bölgesel sorunlara eğilen, yetkili mercileri harekete geçiren ya da kendi çabalarıyla bir şeyleri değiştirmek, oluşturmak amacıyla kurulan, kısa süreli, oldukça gevşek yapılı örgütlenmelerdir. Etkinlik amaçları, alanları ve süreleri bakımından sınırlı olduğundan dernek kategorisinin dışında kalmaktadır. Ancak unutmamak gerekir ki dernek ve vakıf gibi gönüllü kuruluşlar da belli konularda baskı grubu oluşturabilmektedir. Gönüllü kuruluşların, yönetimin onaylamadığı bir karar karşısında ses çıkarmaları, tepki göstermeleri, protesto, yürüyüş, toplantı gibi belli yollarla söz konusu karar karşısında durmalarının altında, baskı grubu oluşturarak yönetimin kararında etkili olmaya çalışmalarının yattığı söylenebilir.
Yazar:Esat Kaplan