Fransa ve Avrupa’da 1760 yılına doğru, Aydınlanma Felsefesi (Almanya’da Aufklärung) egemen oldu. Düşünürler, kendilerini yergi yazılarıyla, mektuplarla, sözlüklerle, romanlarla, şiirlerle, tiyatroyla, sistem açıklamalarıyla ve yol gösterici bir eserle: Ansiklopedi ile ifade ediyorlardı.
Kendine, kendine özgü anlama gücünle hizmet etme cesaretine sahip ol. İşte Aydınlanma’nın sloganı»: Immanuel Kant, 1784’de Aydınlanma düşüncesini böyle açıklıyordu. Zihinsel özerklik isteği, bu yüzyılın temel niteliğiydi gerçekten. Kaynağını, insan aklına olan güvende buluyor ve zihinsel, ahlaksal otoriteleri inkâr ediyordu. Bu anlayış, önce dine ve dogmalara karşı tutumda kendini gösterdi. Bu arada bir önceki yüzyılda oluşturulmuş büyük dizgeler de tartışma konusu yapıldı. Akıl, batıl inançlardan kurtulmalıydı; işte bu nedenle eğitim temel bir rol oynamaya başladı. Hakikat yalındır ve herkesin her zaman ulaşabileceği bir yerdedir diye yazıyordu Jean-Baptiste le Rond D’Alembert. Bu düşünceden de, bilgiyi geniş alanlara yaymakla yükümlü, bir insan bilimleri ansiklopedisi tasarısı doğdu. Bu bilgi yayılması, ifade özgürlüğü ve hoşgörüyü de getirdi. Bu yayılma aynı zamanda, insanların, mutluluğa ulaşmasını da sağlamalıydı.
Mutluluk, siyasal özgürlüğü doğal olarak içeriyordu. Ancak bu noktada, otoriter bir biçimde reformları dayatan aydın despotluğuna güvenenlerle, yasallığı sadece halkın egemenliğinde görenler arasındaki bölünmeler çok önemliydi.
Doğayı Anlamak
XVIII. yüzyılın incelediği insan, aynı zamanda anatomistlerin kesip biçecekleri bir vücut, hatta hekimlerin, işleyiş biçimini araştırdıkları bir makineydi. Bu tür resimler yoluyla Ansiklopedi, doğa bilgisini yaymaya çalışıyordu.
Ansiklopedi
Cizvitlerin saldırdığı, Sorbonne’un yasakladığı, Parlamento’nun mahkûm ettiği Ansiklopedi, yayınlanışını Denis Diderot’nun enerjisine borçludur. Ansiklopedi’nin amacı, halkı, aklın bütün fetihleri hakkında aydınlatarak insan bilimlerindeki ilerlemelere katkıda bulunmaktı. Sayfalar arasında Tahıllara şöyle bir göz atarken Eşitlikten, Duyumlara geçmek mümkündü; bütün felsefî, ekonomik, siyasal sorunlar burada incelenmekteydi. 17 ciltlik metne ekli çok sayıda görsel malzemenin konusunu oluşturan mesleklerin tekniklerine çok önem veriliyordu. Akla ve ilerlemeye yönelik bu biçim bir övgü, Kilise’ye, batıl inançlara ve yobazlığa karşı düzenli bir saldırıyı da beraberinde getiriyordu.
Dinin Eleştirisi ve Hoşgörü
Ancien Régime’de Katolik Kilise, devlete sıkı sıkıya bağlıydı. Rahipler sınıfı, krallığın en önde gelen sınıfıydı, Protestanlarla Musevilerin vatandaşlık hakkı bile yoktu. Oğlunu öldürmekle suçlanan ve din değiştirmeyi düşünmüş olan Protestan Jean Calas, vahşice idam edildi. Kilise’nin artık desteklenmemesinin sonucu olarak hoşgörü isteği, sivil gücü hedefliyordu.
Tartışmalar, devletin rolü ve dinin doğası (herkes kendi inancından sorumludur, bu konuda bir başkası üzerinde kimsenin söz hakkı yoktur), hatta hükümdarın bile, üzerinde oluşuyordu. Ayrıca, hükümdarın sadece gücü vardır; iç inanışı dış görünüşten ayırmak gerekir. Nihayet, hepimiz hata yapabiliriz: balçıkta rüzgârdan yana yatmış bir saz, ters yöne yatmış başka bir saza şöyle der mi: benim yattığım gibi yan yat, sefil, yoksa senin parçalanıp yakılman için dilekçe veririm (Voltaire). Bu hoşgörü isteği, dinin eleştirisiyle, güçlerini güvence altına almak için rahiplerin uydurduğu batıl inançların eleştirisiyle atbaşı gitmektedir. Bu, her tür dinî inancı reddetme anlamına mı gelmektedir Filozofların çoğu, büyük saatçi olan bir Tanrı’nın varlığını kabul eden yaradancılığa (déisme) bağlanmaktadır. Kötülüğün kaynağı sorununu çözülmeden olduğu gibi bırakan bu konu Théodicée’de (Tanrı’nın varlığını haklı çıkarma) Gottfried Wilhelm Leibniz tarafından incelenmiştir. Ancak bazıları, «a priori» ya da «a posteriori» olarak Tanrı’nın varlığı konusundaki kanıtların geçerliliğini köklü bir biçimde tartışma konusu yaptılar. Bu da onları ya bir bilinemezciliğe (Hume), ya dinin sadece inanç işi olduğu ve bu inancın zorunlu olduğu savına (Kant) ya da köktenci bir ateizme (Julien Offray de La Mettrie, Paul-Henri Thiry, Baron D’Holbach) götürdü.
Aydın Despotlar
François Marie Arouet (Voltaire), aptal ve barbar halka bilek gücü, bir üvendire ve kuru ot gereklidir diye yazıyordu. Bu, açıkça reformların halkın kendisi tarafından gerçekleştirilemeyeceğini söylemektir. Bu işin sorumluluğu, filozofların danışmanlık yaptığı hükümdarlara düşüyordu. Voltaire, Prusya Kralı D. Friedrich ile, Denis Diderot da çariçe II. Yekaterina ile yazışıyordu. Çariçe, Charles-Louis de Secondat, Baron de La Brède et de Montesquieu’nün Kanunların Ruhu Üzerine eserinden ve fizyokratların öğretilerinden esinlendiğini iddia ediyordu. Geri kalmış ülkelerde gerçekleştirilen reformlar, modern devletlerin yaratılmasına katkıda bulunuyordu, ancak bu reformlar, sadece Aydınlanma politikasının uygulanışı olarak düşünülemezler.
Kanunların Ruhu Üzerine
Montesquieu, Kanunların Ruhu Üzerine’de çeşitlilik ve görünürdeki rastlantıların ötesinde, insan hareketlerinin nedenini araştırır. Burada, bazı ülkelerde yerleşmiş olan şeyleri eleştirmek değil, var olan yapıların nedenlerini araştırmak söz konusudur. Böylece, bir yönetim biçiminin «yapısı», «ilke»si ve kanunları arasındaki ilişkiyi araştırmak gerekir. İlke, yönetimi yaşatan siyasal güçtür. Cumhuriyet, erdem; monarşi, onur; despotluk, korku ister. Yasalar, her durumda yönetimin yaşaması için zorunlu olan ilkeyi korumayı amaçlar. Örneğin, cumhuriyetlerde eşitlik ve azla yetinme ile ilgili yasaların nedeni budur. Ülkenin büyüklüğünün, ikliminin, tarihinin, hükümetlerin yapısını etkilediğini göstermek gerekir. Fransa’da özgürlüğü sağlamak için en iyi yönetim biçiminin tanımı Montesquieu’de bulunabilir: güçlerin dengesinin soyluluk tarafından sağlanacağı bir monarşi.
Köleliğin Unutulmasından, İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesine
Antiller’de ve Louisiana’da kölelik, ancak 1848′de kaldırılabildi. Aydınlanma çağında az da olsa köleliğe karşı sesler yükselmeye başladı. Keyfî güce karşı vatandaşın özgürlüğünü ilan etmekte acele davranan düşünürlerin kendileri bile Zencilerin köleliğine gelince daha ölçülü göründüler. Aslında bu, yeni rejimin ilkelerini akla dayalı doğal hakka başvurarak oluşturmayı isteyenler tarafından oylanan Bildirge’nin tek yanılgısı olmayacaktı. Felsefî ve zamanla değişmeyen değerinin evrensel çapta bir ifade getirdiği doğal hakka başvuran üyeler, farklı formüller kullanıyorlardı.
Yazar: Enes Eker