Vajinaya salınan milyonlarca sperm hücresinden sadece bir tanesi yumurta hücresine girip onu döller. Bu bir hücre, yumurtayı döller döllemez, yumurtanın en dış zarının yoğunluğu değişir ve diğer sperm hücrelerinin girmesine izin vermez ve onlar da kısa süre sonra ölürler. Döllenmiş yumurta ya da zigot, ovidukttan aşağı hareket eder. Bu hareket, muhtemelen ovidukt duvarındaki dairesel kasların kasılması sonucunda hareket eden sıvı tarafından taşınmak şeklinde meydana gelir. Hareketin hızı kısmen östrojen tarafından kontrol edilir. Bu taşınma günleri sırasında hücre bölünmesi başlar ve bir embriyo oluşur.
İnsan embriyosu, döllenmeden 8-10 gün sonra uterus duvarına tutunur. Döllenmeyle duvara tutunma arasında geçen sürede, embriyonun beslenmesi, kendisinin sınırlı miktardaki vitellusu ve dişi eşey kanalındaki bezlerden salgılanan maddelerle sağlanır. Tutunmadan önceki süre, türden türe değişir; koyunda 20-22 gün, inekte 35 gün ve atlarda 56 güne kadar uzayabilir. Az sayıda türde ise bu süre çok daha uzundur ve embriyonun bu süre içerisindeki gelişmesi çok yavaş ilerler ve hatta durur. Tutunmanın gecikmeli olduğu memeliler arasında boz ayı (yaklaşık beş ay), beyaz gerdanlı zerdava (altı ay), Amerikan porsuğu (iki ay) ve armadillo (14 hafta) vardır.
Embriyonun uterus yüzeyine implante olmasından sonra, embriyonik zarlar umbilikal kordu (göbek bagt) oluştururlar. Bu bağ içinden, allantoisteki kan damarları, büyük bir yapı olan plasentaya bağlanırlar. Plasenta embriyonik zarlardan (esas olarak koriyon) ve yanı başındaki uterus dokusundan oluşur. Plesantanın içinde, embriyonun ve annenin kan damarları birbirine çok yakın seyrederler, fakat bunlar birleşmezler ve matenal ve fetal kanlar birbirine karışmaz. Plasentada madde değiş tokuşu anne ve embriyo kanları arasında difüzyonla gerçekleşir; besin maddeleri ve oksijen anneden embriyoya doğru boşaltım atıkları ve karbondioksit embriyodan anneye doğru hareket eder. İmplantasyon ve gebelik sırasında uterus iç yüzeyinin korunması için progesteron gereklidir. Fakat normal bir menstürasyon döngüsünde, döllenme olmadığı zaman, korpus luteum gerilemeye başlamakta ve progesteron salgılamayı kesmektedir. Bunun sonucunda da menstürasyon meydana gelmektedir. Bu olaylar dizisinin meydana gelmesine gebelikten sonra izin verilmeyeceği açıktır. Aksi taktirde uterus yüzeyi implante olmuş embriyoyla birlikte sıyrılıp atılır. Gebelik oluşunca korpus luteum gerilemez ve gebelik süresinin büyük kısmında varlığını korur.
Bu nasıl mümkün olabilir? Plasentanın koriyonik kısmı kısa bir süre sonra bir gonadotropik hormon (insan koriyonik gonadotropini ya da HCG) salgılamaya başlar. Bu hormon, korpus luteumun varlığını korumasını sağlar. Böylece progesteron salgılanması ve dolayısıyla gebelik sürer. Gebe bir kadı nda o kadar çok HCG üretilir ki bunun büyük kısmı idrarla atılır. Yaygın olarak kullanılan birçok gebelik testi hatta market raflarından elde edilebilen bazıları bile bu esasa dayanır ve kısa sürede güvenilir sonuçlar verir.
Her ne kadar progesteron, gebeliğin erken dönemlerinde gerekliyse de, insanlarda iki ay kadar sonra gerekliliği ortadan kalkar. Bu süreden sonra ovaryumların uzaklaştırılması gebeliği sonlandırmaz. Çünkü ovaryumlar alındıktan sonra da hala idrarda rastlanan östrojen ve progesteron, giderek artan miktarlarda plasenta tarafından üretilir.
Progesteronun korpus luteum tarafından gerçekleşitirilen erken salgısının gerekliliği, RU 486 olarak bilinen bir düşük yapıcı kimyasalın etkisinin temelini oluşturur. Bu madde uterus ve hipotalamustaki hücrelerde bulunan progesteron reseptörlerini bloke eder. Bloke olan reseptörler bu hücrelerin DNA’sına bağlanamaz ve sonuçta gebeliği düzenleyen bazı kritik genler çalışamazlar. Eğer gebeliğin ilk dokuz haftasında, prostaglandinlerle birlikte alınırsa, RU 486 hemen her zaman gebeliği sonlandırır. Bu progesteron taklidinin, işi plasenta devraldıktan sonra neden gebeliği sonlandırmadığı ise henüz açıklık kazanmamıştır.
Kaynakça:
https://www.sciencedirect.com
Yazar: Taner Tunç