Geçmişte bir ilişkide sorun yaşandığı zaman her iki tarafın da çevresinde onlara akıl veren büyükleri ya da arkadaşları olurdu. Ama gün oldu, devran döndü Artık çiftler ilişkilerine çok fazla başkalarını karıştırmak istemeyebiliyor. Birçok birliktelik iki kişi arasında yaşanan ve incir çekirdeğini doldurmayacak problemler nedeniyle sona eriyor. Çabuk yıpranan ve temeli zayıf bu tür ilişkilerin yanında emek verilerek büyütülmüş, karşılıklı sevgi ve saygının hiç kaybolmadığı birliktelikler de oluyor. Ama her ilişkide olduğu gibi bu tür beraberliklerde de sorunlar yaşanabiliyor. Toplumumuzda halen yeterince tanınmayan aile ve çift terapistleri ise bu konuda partnerlere yardımcı olabilecek iken, kimi zaman çevresel baskılar kimi zaman da terapi almayı istememek gibi kişisel engeller belki de bir profesyonelin desteğiyle çok kısa sürede halledilebilecek sorunların uzamasına yol açıyor. Biz de bu noktada çiftlere kendi ilişki terapistleri olmaları konusunda öneriler vermesi için Uzman Psikolog, Çift ve Aile Terapisti Salih Hafızoğlu’nun kapısını çaldık. Uzm. Psk. Hafızoğlu, çift terapisinin ilişkilerdeki rolü ve sorun yaşayan eşlerin problemlerini çözmede izleyebilecekleri yolları anlattı.
“Kendi ihtiyacını ve eşinden beklentisini ilişki içinde fark eden kişi, eşini dinlerken onu duyabiliyor. Böylelikle sadece kendi düşüncelerine, duygularına odaklanmamış oluyor. İlişkisinde saygı, güven ve yakınlık hisseden çiftler bunu daha kolay yapıyor.”
İlişkide kötü zamanlar geçiren çiftlerin bu konuda profesyonel yardım almasının önemi nedir?
Aslında vurgu yaptığınız “ilişki” kelimesi çok kıymetli. Çünkü bizler; hayatın, dünyanın nasıl bir yer olduğunu ilişki içinde deneyimliyoruz. Büyüdüğümüz aileyi bir kulis olarak düşünürsek, birey, arkadaş, eş ya da anne-baba olmayı erken dönem ilişkilerimizde temel bakıcımızla, ki bu genellikle anne oluyor, birlikte öğreniyoruz. Farklı bireylerin, farklı gerçekliklerin oluşturduğu aile sistemi içinde de kendimize, ötekine ve hayata dair algılarımız ve beklentilerimiz şekilleniyor. Yaşam sahnesinde de öğrendiğimiz bu rolleri oynuyoruz.
Bir gün geliyor; “hayatımın anlamı”, “vazgeçilmezim” dediğimiz bir kişiyle romantik ilişkiye başlıyoruz. Eşsiz, biricik ve değerli olma duygularını hissetmekten başka amacımız olmayan bu ilişkide kıymetli hikayemize bir tanık istiyoruz. İlişkinin ilk başlarında yoğun olarak hissedilen ya da hissedilmesi beklenen bu duygular, zaman geliyor yerini kızgınlık, pişmanlık, öfke, incinmişlik, hayal kırıklığı gibi duygulara bırakabiliyor. Çiftler farkında olmadıkları, olumsuz bir etkileşim döngüsü içine girebiliyor. Yerin ve zamanın önemi olmadan, farklı konularda çatışabiliyor. İçeriğini tartışmak için başladıkları bir konu, yerini eleştiriye, aşağılamaya, savunmaya ve duvar örmeye yani ilişkiden kopmaya bırakabiliyor. Olumsuz anıların çoğalmasıyla birlikte, sürekli aynı döngünün içine girmek çift ilişkisini yıpratıyor. Her ne kadar çiftler yaşadıkları bu durumun farkında olsa da geçmişte öğrendikleri bir sorunla başa çıkma yöntemi bu ilişki için işe yaramaz hale geliyor. Olumsuz etkileşim döngüsünde olan çiftlerin bu davranışlarının yerini olumlu düşüncelere, tavırlara bırakabilmeleri ve en önemlisi birbirlerinin yarasını, acısını fark edebilmeleri ve onarabilmeleri için ilişki terapistinden yardım almaları önemli hale geliyor.
“İlişki içine doğan bizler, onun içinde büyür, orada yaralanır ve yaralarımızı yine ilişki içinde onarırız.”
Çiftler ilişki terapistine başvurmada önyargılı davranıyor mu?
Zaman zaman davranabiliyorlar. Her çift ve her birey kendi hikayesiyle eşsiz ve biricik. İlişkide yaşadıkları sorun da onlar için paylaşılması zor bir konu olabiliyor. Çünkü geçmişte bir sorunla karşılaşıldığında bunun çözümüne dair ne yapılması gerektiğini de öğrenmiş oluyorlar. “Bu sorunu biz kendimiz halletmeliyiz” şeklinde de düşünebiliyorlar. “Terapiye zayıf insanlar gider” algısıyla da yardıma başvuru süreci uzayabiliyor. Ancak önemli noktalardan biri de sorunla yüzleşebilmek! “Bizim hiçbir sorunumuz yok” ya da “Aslında eşim değiştiğinde, her şey mükemmel olacak” algısı, odağı ilişkiden kaçırabiliyor. Sorunu ya da durumu konuşulabilir hale getirdiklerinde önyargı kırılmaya başlıyor. Yaşadıkları bu gerçekliği kabul ediyorlar. Gönüllü başvurdukları terapinin başarı oranı yükseliyor.
Bir ilişkide terapiye ihtiyaç duymamak için nelere dikkat etmek gerekiyor?
Her şeyden önce kişinin kendisini ve duygularını fark edebilmesi gerekiyor. Kendi ihtiyacını ve eşinden beklentisini ilişki içinde fark eden kişi, eşini dinlerken onu duyabiliyor. Böylelikle sadece kendi düşüncelerine, duygularına odaklanmamış oluyor. İlişkisinde saygı, güven ve yakınlık hisseden çiftler bunu daha kolay yapıyor. Hemfikir olmadıkları konuları tartışırken yüksek sesle tartışmaya başlamamak da önem taşıyor. Çünkü tartışma anında nabız yükseliyor. Biyolojik olarak kişiler durumdan etkileniyor. Eğer bir konu, konuşulamayacak hale geldiyse kısa bir mola vermek gerekiyor. Öfkenin, tartışmaya hakim olmamasının sağlanması önem taşıyor. Aksi takdirde, çiftler kendilerini kazananı olmayan bir döngünün içinde bulabiliyor.
Kötü giden bir ilişkiyi terapiyle yeniden eski haline getirmede başarı oranı nedir?
Bu, danışanların sıklıkla sorduğu sorulardan biri. Terapinin ne kadar süreceğini ve nasıl sonuç alacaklarını merak ediyorlar. Her şeyden önce terapi hedefi ve terapistten beklentilerini konuşmak gerekiyor. İlk görüşmede sorduğum sorulardan biri de bu. Çünkü çalışacağımız konuyu netleştirmek gerekiyor. Rotamız olmazsa, varacağımız noktayı bilemeyiz. Soruna ve oluşturulan hedefe göre terapi süresi de değişebiliyor. Ne yazık ki bir sihirli değneğimiz yok. Ancak sorularımız ve müdahale tekniklerimiz var. Terapide danışanlar ile terapist arasında ahenk ve güven oluştuğunda başarı oranı yükseliyor. Önemli olan çiftin terapiye ve değişime gönüllü olması. İlişki-çift terapisi içinde yer alan farklı modellerin uygulandığı araştırmalar var. Sonuçlar, çalışılan konuya ve modele bağlı olarak değişkenlik gösterebiliyor. İlişkideki değişime odaklanan çiftler, güç kaynaklarını terapi içinde fark ettiğinde ve kullandığında istediği hedefe ulaşıyor. İnce bir çizgi var burada. Yardım almak için çok gecikmiş çiftlerde durum biraz zorlaşıyor. Kördüğümün çözülmesi için gösterilmesi gereken çabanın artması önem taşıyor. Terapi sürecinde hedef evlilikteki sıkıntının azalmasıysa, bunun için de zaman gerekiyor. Bu süreçte ani kararlardan da uzak durulması önem taşıyor. Ancak çiftin kararı ilişkiyi bitirmek olursa, bu sürecin de iyi yönetilmesi gerekiyor. Böyle durumlarla da karşılaşıyoruz.
Bir çifti ilişki terapisine götüren nedenler nedir? Bunun belirgin işaretleri var mı?
Olumsuz iletişim için dört temel durum var: Aşağılama, eleştiri, savunma ve duvar örme Çift terapisti Dr. John Gottman, bunlara “Mahşerin Dört Atlısı” diyor. Bunlar ilişki içindeki arkadaşlığı, iletişimi ve diğer olumlu duyguları yıkıyor. Hepsinin olumsuz etkileri var. Ancak aşağılama bence diğerlerine göre daha tehlikeli. Çünkü kişinin eşine yönelik “İşe yaramazsın”, “Beceriksizsin” gibi olumsuz atıfları alabiliyor. Bunlar karşısındakini küçük gören ve alaycı ifadeler. Dikkat ederseniz doğrudan kişiliğe dönük söylemler. Her zaman söylem olması da gerekmiyor. Beden duruşu ve göz hareketleriyle de olabiliyor. Eleştiri ise “sen” dili cümleleriyle kendini gösteriyor. Şikayetten farklı olarak, eşler birbirlerini suçluyor. Genellikle de “Senin yüzünden geç kaldık”, “Sen yeterince dikkat etseydin sorun yaşamazdık”, “Sen sorumsuz birisin” gibi ifadeler barındırıyor. Aşağılamada olduğu gibi bunda da istenmeyen davranışa yönelik bir söylem yok. Eleştiriyle karşılaşan eş savunmaya geçerken “Hayır, aslında senin yüzünden oldu” şeklinde tepki verebiliyor. Tartışma alev topu haline geliyor, tutması ve başa çıkması da kolay olmuyor. Sonrasında eşlerden biri, iletişimi kesip ortamdan ayrılabiliyor. Yani duvar örüyor. Bir süre konuşmadan devam eden çiftler, tekrar konuşmaya başlıyor ve bir sorunla karşılaştıklarında yine iletişimlerinde olumsuz döngünün içine girebiliyor. Yıpratıcı ve istenmeyen bu döngüyle baş etmek kolay olmuyor. Mahşerin dört atlısının hakim olduğu ilişkilerde, zaman geçtikçe olumlu duygular azalıyor. Yıllarca yatırım yaptıkları ilişkide olumsuz duygular hissetmeye başlıyorlar. Çaresizlik, öfke, pişmanlık, güvensizlik, hayal kırıklığı ve incinmişlik duyguları ortaya çıkabiliyor. Bu belirgin işaretleri yaşayan çiftler terapiye başvuruyor.
Çiftlerin önce kendilerini, sonra da birbirlerini iyi tanımaları gerekiyor. Başlangıç olarak şu soruyu sorabiliriz: Eşinizin üç tane olumlu özelliğini söyler misiniz? Bu, kolay bir soru değil aslında. “Kendinizi nasıl tanımlarsınız?” sorusu da öyle. İlişkinin hazinesinde bu soruların cevapları mevcut. Ancak ilişkinin en başında hissedilen olumlu duyguları hatırlayıp, pekiştirmek gerekiyor. Arkadaşlarının, yakınlarının ilişkileriyle kendi ilişkilerini kıyaslamamaları önem taşıyor. Çünkü her ilişkinin farklı bir öyküsü oluyor. Çiftler, bu kıyaslamayı yaptığında kendilerini “yetersiz” ve “çaresiz” hissedebiliyor. Zaman zaman duyuyorum: “Çok yakın arkadaşımız olan bir çift var ve hiç kavga etmiyorlar.” Buradaki temel nokta tartışmamak ya da bir sorun olmaması değil. Önemli olan, bir tartışma ya da farklı görüşlerin olduğu durumla karşılaştığınızda süreci nasıl kontrol ettiğiniz! İki farklı geçmişten gelmiş kişilerin sorun yaşamayacak olmaları gerçekçi değil. Sorun yaşadıklarında saygı ve yakınlığı elden bırakmayan çiftler mahşerin dört atlısına yönelmiyor. İlişkinin dümenini kendileri kontrol ediyor. İlişkideki doyum ve mutluluğu artırmak için eşlerin birbirleriyle gurur duyması ve “Her şeyden önce birey olarak ve sonrasında benim için değerlisin” mesajını vermeleri önem taşıyor. Bu her zaman konuşarak değil, beden diliyle, dokunarak ya da sarılarak da yapılabilir. Birbirlerinin dünyasını ve duyguları merak ederek, sevgiyi gösterme biçimlerini keşfedebilirler. İlişkide korku ve kaygı hakim değilse şayet, birlikteliklerini merak ve güvenle sürdürüyorlarsa yakınlık, paylaşım ve arkadaşlık da artıyor.
Çiftler hangi noktaya gelene kadar kendi ilişkisinin terapisti olabiliyor?
İlişkide doyum, mutluluk hissediyorlarsa ve bir sorunla karşılaştıklarında başa çıkabiliyorlarsa, aslında ilişkilerinin terapistliği rolünü de üstleniyorlar. “Ben” dilini kullanan her iki eş de bunu yapabiliyorsa kendi kendilerinin terapisti oluyorlar. Ben diliyle kastetmek istediğim, kişinin eşinin sergilediği davranış karşısında kendi duygu ve düşüncelerini ifade etmesi
Çok kolay gözüken ben dilini içselleştirmek için epey tecrübe etmek gerekiyor.
Gözlemlerim, enerjilerini ilişkisine aktaran, birbirlerini değiştirmeye çalışmayan kişilerin daha mutlu olduklarını söylüyor. Ancak mahşerin dört atlısı ilişkide kendini göstermeye başladığı ilk anlarda bunu bir sinyal olarak görmek gerekiyor.
İlişkisini kurtarmaya çalışıp, terapist görevi gören taraf bundan etkilenenbilir mi?
İlişki, tek yönlü ya da tek taraflı değil. Dinamiktir yani değişkenlik gösteriyor. Bu yüzden, tek kişinin ilişkiyi kurtarma çabası yeterli olmayabiliyor. İlişkinin seyrinin değişmesi için, sadece kendi değişimi ya da eşini değiştirmeye çalışması, istediği sonucu alamayınca da çaresizlik duygusuna yol açabiliyor. Olumsuz duyguların yer aldığı durum depresyon için tetikleyici olabiliyor. Tek taraflı bir terapist görevi bu noktada işe yaramıyor. Çünkü bu kişi eşinin terapisti olamıyor. Bu rolü üstlenirse, eşi tepki gösterebiliyor. Onun değişime olan direncini artırabiliyor. Ama ilişkideki sorunu fark eden eş, suçlayıcı ve eleştirel olmadan neden yardım almaları gerektiği konusunda durumu açıklarsa, çiftin birlikte terapiye gelmesi daha kolay oluyor.
Terapi almak zayıflık göstergesi değil!
Bazı insanlar, psikoterapiye giden kişilerin “zayıf” insanlar olduğunu; ilişkilerinde yaşadıkları sorunları sadece kendilerinin çözebileceğini düşünebiliyor. Uzman Psikolog Salih Hafızoğlu, sokaktaki insanın bu şekilde düşünmesine rağmen terapistlerin farklı hikayeleriyle kendilerine başvuran insanların yanında olduğunu belirtiyor. Uzm. Psk. Hafızoğlu, toplumdaki bu önyargının kırılması gerektiğini söyleyerek, sözlerini şöyle sürdürüyor: “İçerik değişebiliyor. Önemli olan, her bireyin bu durumdan nasıl etkilendiği ve nasıl başa çıktığı! Terapi sürecinde birlikte yürüyoruz. Kendi kararlarını vermelerine ve değişimlerine tanıklık etmek üzere onlara yardımcı oluyoruz. Yazılı ve görsel medyada yapılan çalışmalar, kişilerin bu alanı daha çok tanımalarına ve bilgi sahibi olmasına yardımcı oluyor. Ülkemiz için bu sevindirici bir durum.” Kişilerin geçmişlerine dair pek çok konuyu terapide paylaşmaları her zaman kolay olmuyor. Terapistin yetkinliği ve terapide sağlanan güven ortamı bu noktada büyük önem taşıyor.
Yazar: Enes Eker