Birçok fosil, beklenildiği gibi, ilk iki yaşamlıların balığa çok benzediğini göstermiştir. Belki de zamanlarının çoğunu suda geçirmekteydiler. Ancak karada kendilerine açılan ekolojik olanaklar nedeniyle, yavaş yavaş daha büyük ve yaygın bir karasal gruba dönüştüler. Karbonifer döneminde sayılarının çok fazla artması nedeniyle, bu dönemden önce gelen Devoniyen’in Balık Çağı olarak adlandırılması gibi, Karbonifer de ikiyaşamlılar Çağı olarak adlandırılmıştır.
İkiyaşamlılar Permiyen’de de yaygın bir şekilde yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Ancak Permiyen’de bunlar yavaş yavaş yok olurken, yerlerini yeni bir sınıf olan Reptilia’nın üyeleri almaya başlamıştır. Paleozoyik Çağı’nın sonu olarak kabul edilen Permiyen’in sonlarına doğru hem biyolojik hem de jeolojik olarak önemli değişiklikler meydana gelmiştir. Eski Appalachian dağları oluşmuş; son trilobitler ve zırhlıbalıklar (Placodermi) ortadan kalkmış; bir zamanlar çok yaygın olan brakiyopotlar kaybolmuş ve bu grupların yerini mercanlar, yumuşakçalar, derisidikenliler, kabuklular ve balıkların yeni ortaya çıkmış grupları almaya başlamışlardır. Permo-Triassic kriz denilen bu dönüm noktası, aynı zamanda pek çok ikiyaşamlı soyununun tükenmesine de tanık olmuştur. Triyas’ın sonlarına doğru bu gruptan varlığını sürdürebilen canlılar, yalnız, bugün yaşayan ikiyaşamlıların atasını oluşturan semenderler (takım Caudata) ile solucan benzeri üyesiz ikiyaşamlılar (takım Gymnophiona) ve su kurbağaları ile kara kurbağaları (takım Anura) olmuştur.
İlk sürüngenler, Karbonifer’in sonlarında ilkel ikiyaşamlılardan evrim geçirerek meydana gelmişlerdir. Bu sınıf, Permiyen devrinde birçok karasal ortamda geniş bir yayılış göstermiş ve genellikle Sürüngenler Çağı olarak adlandırılan Mezozoyik’te dominant hayvan grubu olarak, ikiyaşamlı atalarının yerlerini almışlardır.
Sürüngenlerin, bir zamanlar yaygın olan ikiyaşamlıların yerini niçin aldıkları merak edilebilir. Kuşkusuz bunun için birçok neden vardı; fakat en önemlilerinden birisi, ikiyaşamlılara benzemeyen sürüngenlerin her bakımdan tam anlamıyla karasal yaşama uyumu sağlamış olmalarıydı. Özünde, ikiyaşamlılar, balıklarınkine benzer yumurta üretmeyi ve iç döllenme yapmayı sürdürdüler. Sert koruyucu zarları (amnion) ya da kabukları bulunmayan yumurtalar, kurumalarının önlenmesi amacıyla suya ya da çok nemli yerlere bırakılmaktaydı. Larva gelişimi suda olmaktaydı. Üreme özellikleri nedeniyle büyük ölçüde eski tatlısu ortamlarına bağımlı bulunan ikiyaşamlılar, sürüngenlerin üstünlük kazandığı ve genellikle daha kurak ve sıcak olan Mezozoyik’te, üremeleri için uygun olan tatlısu habitatlarını büyük ölçüde kaybetmişlerdir. Büyük bir olasılıkla ince ve nemli bir deriye sahip olan ergin ikiyaşamlılar da kuraklık nedeniyle kuruma tehlikesiyle karşı karşıya kalmışlardır. Diğer taraftan sürüngenler, iç döllenme gösteren, amniyotik kabuklu yumurtalar oluşturan, larva dönemleri bulunmayan ve sert pullu ve nisbeten geçirgen olmayan deriye sahip olan hayvanlardır. Kuru bir yerde iken bile içerisinde embriyonun gelişebileceği bir sıvı içeren bu amniyotik yumurtaların (genellikle “karasal yumurta” olarak adlandırılır) evrimleşrnesi, yumurtalar kuru bir yere bırakılsa dahi, içerisinde embriyonun gelişebileceği sıvı dolu bir ortamın yaratılmasını sağlamıştır. Bu, ikiyaşamlıların evrimlerinde, bacakların oluşması kadar önemlidir.
Sürüngenler, karasal yaşam tarzı için ikiyaşamlılara göre kendilerini avantajlı kılan daha pek çok özelliğe sahiptirler. Eskiden yaşamış ikiyaşamlıların bacakları kısa, zayıf ve vücudun üst yan kısımlarından çıkmaktaydı. Bu nedenle fazla ağırlık taşıyamadıklarından hayvanların karınları genellikle yerde sürünmekteydi, yürüyüşleri bugünkü semenderlerde olduğu gibi çok yavaş olmasına karşın, yüzmeleri çok daha hızlıydı. Sürüngenlerin bacakları ise büyük ve güçlü olduklarından daha fazla yükü kaldırabilmekte ve daha hızlı hareket edebilmekteydiler.
Çoğu türde (hepsinde değil), bacaklar, vücudun daha alt yan kısımlarından çıkmaktaydı; böylece hayvanın vücudu yer ile hemen hemen hiç temas etmemekteydi. Bu, karasal yaşam için geçerli olan temel unsurlardan birisidir. Aynı zamanda, ikiyaşamlılarda, sucul ya da yarı sucul ortamdaki yaşam tarzı için uygun olan akciğerler, sürüngenlerde, daha geniş bir yapı ve daha büyük kaburga kasları nedeniyle, karasal yaşam için gerekli olan gaz değişimine uyum sağlayacak bir yapı kazanmıştır. İkiyaşamlıların kalpleri karasal yaşam için gerekli yapıya sahip değildir ve suda deri solunumu yapmaya uygundur; buna karşılık sürüngenlerin kalpleri ise tam anlamıyla karasal yaşama uygundur.
Sürüngenler sınıfı bugün yaşayan fauna içerisinde 4 grup ile temsil edilmektedir: kaplumbağalar (takım Testudinata), timsahlar ve Amerikan timsahları (takım Crocodylia), kertenkeleler ve yılanlar (takım Lepidosauria) ve Yeni Zelanda’nın açıklarındaki birkaç adada bulunan ve eskiden yaşamış olan takımın tek temsilcisi olan “tuatara” taraklı kertenkeleler (Sphenodon punctatum). Diğer üç takımın temsilcileri oldukça yaygın olup yaklaşık 6.500 yaşayan türe sahiptirler.
Timsahlar dışında, şu anda yaşayan sürüngenlerin tümü doğrudan doğruya sürüngenlerin ana gövdesini ya da kökünü oluşturan önemli bir Permiyen grubundan gelmektedir (Cotylosaurus). Bu grup aynı zamanda Therapsid denilen ve sonuçta memelilerin oluşumuna neden olan bir evrimsel hat yanında sucul ortama geri dönen iki grup (Ichthyosaurus ve Plesiosaurus ile timsahların ve uçan sürüngenler olarak adlandırılan Pterosauria`nın oluşumuna olanak sağlayan diğer bir evrimsel hat (Thecodont) ve tümüyle karasal yaşama uyum sağlamış ve Dinosauria olarak adlandırılan sürüngenlerle, kuşlara uzanan evrimsel oluşumların meydana gelmesini sağlamıştır. Dinozorlar, Jura ve Kretase dönemlerinde çeşitlilik göstermişlerdir ve oldukça yaygın olmuşlardır.
Yakın zamanda yapılan araştırmalar, bilim adamlarının dinozorlar hakkındaki uzun zamandan beri benimsenen görüşlerinin köklü bir şekilde değişmesine neden olmuştur. Araştırmacılar bunların bugün yaşayan sürüngenlerin aksine sıcakkanlı olduklarını düşünmektedirler.
Bu da, bu hayvanların yüksek ve sabit bir metabolizma düzeyine sahip olmaları ve bunun sonucunda da düzensiz olan çevre sıcaklığına karşın, aktif olmaları demektir. Enerji açısından oldukça pahalı olan bu mekanizma, genelde, fiziksel yapının da değişmesine neden olmuştur. En azından, bazı dinozorların kemiklerinin incelmesiyle bunların sıcakkanlı hayvanlardaki süngerimsi yapıya benzer bir özellik gösterdikleri ve bir kısmının da sıcaklık kaybını önleyen vücut örtüsüne sahip oldukları ortaya çıkmıştır. Örneğin, kuşların oluşumuna olanak sağlayan dinozorlar, büyük bir olasılıkla, ilk gerçek kuşlar ortaya çıkmadan önce yalıtım için tüylere sahiptiler. Bunlara karşın bazı araştırıcılar dinozorların sıcakkanlı olma fikrini geçersiz saymaktadırlar.
Kretase’nin sonlarına doğru (ki bu aynı zamanda Mezozoyik çağının sonudur) tüm Plesiosaurus ve Pterosaurus grupları ortadan kaybolmuşlardır. Dinozorların da, bugünkü kuşların atası olduğu düşünülen bir grubu dışında, tümü kaybolmuştur. Kuşlar ve memeliler dışında, bir zamanlar çok geniş bir yayılış gösteren bu sınıftan, geriye, sadece, bugün yaşayan sürüngenlerin 4 grubunun temsilcileri kalmışlardır.
Milyonlarca yıllık yavaş bir çöküşün sonunda, dinozorların soyunun tükenmesi dünya hayatı için dramatik bir olaydı. Bu olay memeliler için çok önemli bir dönüm noktası olmuş ve bu büyük sürüngenlerin kaybolmasıyla ortaya çıkan ekolojik boşluğu doldurmak için geniş bir yayılış göstermişlerdir (aslında eğer dinozorların varlığı sürseydi soyumuzun hiçbir türü oluşamazdı). Bu soy tükenişi, yalnız sürüngenlerle sınırlı değildir. Çok fazla miktarda ve yaygın bir şekilde bulunan kabuklu kafadanbacaklılar (ammonitler) gibi omurgasızlar da yok olmuşlardır. Bunların yanında diğer birçok hayvan grubu da kaybolmamış, aksine hiçbir değişiklik göstermeden kalmışlardır.
Kretase devrinin sonunda tüm dünyada yaşayan türlerin yaklaşık %70’i ortadan kalkmıştır. Büyük kitlesel yok oluşlar ile ilgili olarak, son yıllarda, Berkley’deki Kaliforniya Üniversitesinde Walter Alvarez ve arkadaşları tarafından yapılan çalışmalar ilgi uyandırmıştır. Bazı elementlerin, iridiumun, Kretase/Sönozoyik dönemlerini birbirinden ayıran sınırda, ince tortu tabakalarında normaldekinin 30 kat daha fazla bulunduğunu saptamışlardır. Bu durumun olağanüstü bir karasal koşulun varlığı ile ortaya çıkmış olabileceğini, akla gelen tek açıklama olarak kabul etmişlerdir. Onların hesaplamalarına göre 10 km. boyundaki bir gezegen ya da bir kuyruklu yıldız dünyaya düşmüş ve patlamış olsaydı, adı geçen tortulardaki miktar kadar iridium atmosfere yayılacaktı. Bir ya da daha fazla gezegen ya da kuyruklu yıldız da bu kitlesel yok oluşlara neden olmuş olabilir. Hatta bir okyanusa bile düşmüş olsaydı 8 km. yüksekliğindeki dev bir dalga dünyayı süpürüp ve kıyı yaşamını yok etmiş olacaktı. Böyle bir olayın meydana gelebildiği hakkında bazı ipuçları bulunmaktadır. Bir çarpışma sonucu oluşan toz bulutları dünyayı kaplamış, böylece pek çok bitki ve hayvan için gerekli olan düzeyde bir fotosentezin yapılması önlenmiş. Bunun yanında bir sena etkisi ile sıcaklık 10°C düşmüş olabilir. Dünyaya yağan yağmurların pH’sının aylar ya da yıllarca 1 olması, asit ortamda çözünebilen kalsiyum ağırlıklı bir kabuk içeren türlerin daha sonra Bilis ağırlıklı bir kabuğa sahip olma nedenini de açıklamaya yardımcı olmuştur.
Hatta yok olmaya neden olan, çok büyük bir yangının meydana geldiği konusunda da bazı ipuçları vardır. Çok fazla miktardaki duman çok uzun süre gökyüzünü örtmüş, böylece toz ya da duman nedeniyle büyük bir olasılıkla güneş ışınlarının yeryüzüne ulaşması engellenmiş, sıcaklık büyük ölçüde etkilenmiş ve dünya uzun ve şiddetli bir kış dönemine girmiştir. Bugün Meksiko’nun Yucatan yarımadasının kıyı kesiminde bulunduğu keşfedilen 180 km. çapındaki krater (bugün faal değil) en etkili alanlardan birisiydi. Böyle bir alanın etkisiyle hem dev dalgalar hem de çok fazla miktarda toz bulutu meydana gelmiştir. Fosil kayıtları tüm canlıların soyunun tükenmesinde her zaman olağanüstü bir karasal etkinin gerekmediğini göstermiştir. Geniş alanlara yayılmış volkanik faaliyetler de iklimi olumsuz yönde değiştirebilecek kadar yeterli miktarda toz ve duman oluşturabilir ve fotosentez düzeyini düşürebilir. Gezegenlerin ya da kuyruklu yıldızların çarpışması ya da şiddetli volkanik faaliyetler, evrimin yönünde ve hızında çok önemli değişmeler yaratabilir. Kitle halindeki yok olma ve bunun evrime etkisi ile ilgili hususlar yeterince açıklanmamış olsa da, birçok bilim adamı, bu varsayımları oldukça ciddi bulmaktadırlar.
Kaynakça:
https://www.sciencedirect.com
Yazar: Taner Tunç