Edebi Metin: Metin eski dönemlerde yazıyı meydana getiren kelimeler, yani metni yazanın orijinal yazılı metinleri anlamına gelmekteydi. Daha sonraları Latince kökenli “tekst” (dokuma) anlamına gelmiş ve anlam genişlemesine uğrayarak yazılı ve sözlü metinleri karşılayan anlamıyla kullanılmıştır. Edebi metinlerde amaç, sadece anlamları aktarmak değil, okuyucuyu da etkilemektir. Şair ve yazar düşüncelerini hayal dünyasıyla yoğurur ve bunu okuyucusuna sunar. Yazılı ve sözlü metinlerde işlenmiş bir dil, metnin özelliklerine has bir anlatım, fikir, duygu ve hayal, toplumun sosyal ve kültürel özellikleri bulunmaktadır. Öğretici/bilimsel metinler nesnel iken edebi metinler özneldir. Edebi metnin öznelliğini sağlayan husus, dilin yan ve mecaz anlamlarını kullanmasıdır. Dilin sözlük anlamıyla yazılan öğretici metinler bildirgeyi doğrudan okura aktarırken edebi metinlerde bildirgenin anlaşılma süreci okurda başlar ve biter. Okuyucunun anlama yeteneği ve yorum gücü de bu noktada ön plana çıkar.
Not: Anlam, iletişim esnasında iletinin alıcıda uyandırdığı her türlü etkidir.
Anlatım, düşüncenin, duygunun yani anlamın sözle, davranışla, mimiklerle alıcıya ulaştırılmasıdır.
Yorum, okuyucunun metni yeniden anlamlandırma, değerlendirme ve adlandırmasına denir.
Metin ve Zihniyet: Zihniyet; bir dönemin siyasi ve sosyal olayları, kültürü, sanat zevki, yaşam biçimi, eğitim anlayışı, inanç sistemlerini kapsayan bütünü ifade etmektedir. Edebi metinlerin tümünde dönemin zihniyetine rastlamak mümkündür. Ayrıca metin, yazıldığı dönemin zevkine uygun bir dil anlayışı ile yazılmıştır ve yazıldığı dönemin sanat anlayışını da yansıtır.
Yapı: Yapı, edebi eserin iskeleti ve kompozisyonudur. Muhtevayı ayakta tutan ve ona görünürlük kazandıran yapı, “şekil” kelimesiyle de karşılanır. Soyut ve seyyal malzeme ancak yapı ile bir kalıba oturur. Bu manada ilk yapı unsuru dildir. Dil, düşünce ve duyguları somutlaştırır. Kelime, kelime grupları, ibareler, cümlecikler ve cümleler ilk düzeydeki yapı unsurlarıdır. Metnin başlık, giriş, gelişme ve sonuç kısımları kompozisyonu/yapıyı oluşturan diğer bölümlerdir. Olay metinlerinde yapı/kompozisyonun karşılığı olay örgüsü, kişiler, zaman ve mekândan ibaret iken şiir metinlerinde nazım şekli terimi (ölçü, kafiye, redif, nazım birimi, nazım şekli, nazım türü vs.) yapı teriminin karşılığıdır.
Konu: Edebi eserde ele alınan mesele, gözlem, olay veya intibaa konu denir. Konu genel ve evrenseldir. Kullandığı dil hangisi olursa olsun her edebiyatçı, aynı konuyu kullanabilir.
Tema: Tema, metnin ilk kelimesinden son kelimesine kadar hangi duygu ve düşünce üzerinde durulduğunu ifade eden terimdir. Tema, şahsidir. Yani sanatçıya özgüdür. Düz yazılarda ana fikir, şiirlerde ise ana duygu temanın karşılığıdır. Edebi metinlerin yapısını oluşturan unsurlar tema etrafında toplanır. Tema yazıldığı dönemin özelliklerini yansıtır ve temayı bulmak için “Metinde anlatılan nedir?” sorusu sorulur. Tema, şiirde birkaç kelime ile ifade edilirken olay metinlerinde şahıs, zaman ve mekan bağlamında sınırlandırılır.
Not: Edebiyat bilimcileri arasında tartışma konusu olan ve tanımı hakkında çelişkili bilgiler bulunan tema ve konu hakkında şu örnek verilebilir: “Vatan” geneli kapsadığı için konu iken vatanın sınırlandırılıp “Bir vatan olarak Anadolu” şekline dönüştürülmesi temadır.
Mesaj/İleti: Edebi metnin tema ve konu aracılığıyla okura söylemek istediği hususlara mesaj denir. Mesaj tezdir. Yazarın okuru eğitmek, değiştirmek ve dönüştürmek için sunduğu düşünceye mesaj denir. Mesaj, konu ve temanın fikri düzlemde ifade edilmesidir. Daha çok eğitimsel bir amacı vardır.
Dil Anlatım: Edebi metinlerde aynı konu işlense de metinlerin birbirinden farklı olmasının nedeni farklı kişiler tarafından farklı bakış açısı, dil ve anlatım özellikleriyle yazılmış olmasıdır. Ayrıca dönemin ve türün özellikleri metnin dilini şekillendirir. Örneğin romanla şiirin dili birbirinden farklı olmak durumundadır veya Osmanlı döneminde yazılmış bir eserle Cumhuriyet döneminde yazılmış bir eserin dili de birbirinden farklıdır. O halde dil ve anlatım; sanatçıya, döneme ve türe göre şekillenmektedir.
Metin ve Gelenek: Gelenek, zaman içinde oluşan ve belli kuralları, özellikleri barındıran bir bütündür. Bir gelenek içinde her metin, kendi tarzında daha önce yazılmış birçok metinden yararlandığı gibi, daha sonra yazılacaklara da kaynaklık eder. Gelenek terimine iki şekilde bakmak mümkündür: İlkinde edebi gelenekten yararlanan edebiyat sanatçısı, kendisinden önce meydana getirilmiş türsel ve şeklî hususları kullanarak eserini yazar. Örneğin bir Divan şairi gazel geleneğinin dışına çıkamaz ve kendisinden önce oluşturulan kuralları harfiyen uygular. Geleneğin ikinci türü modern şiirde karşımıza çıkmaktadır. Şair, modern bir duyarlılığı sergilerken gelenekten, geleneksel edebiyattan, geleneksel edebiyatın mazmunlarından yararlanır ve geçmiş-bugün-gelecek ilişkisini modern bir zihniyetle kurar. Hilmi Yavuz, Behçet Necatigil, Asaf Halet Çelebi, II. Yeni şairleri Türk ve İslam geleneğinden imge ve sembol düzeyinde geniş bir şekilde yararlanmaktadır.
Üslûp: “Stil, biçem, şîve, tarz, tarz-ı ifade, mişvâr-ı mahsûs-ı beyân, anlatım özgeliği, özanlatı, eda, tarz-ı mahsûs, tarz, deyiş, anlatım tutumu” gibi karşılıkları bulunan üslûp, “yazarın dil içinde yapabileceği bir çeşit seçim”, “kelimelerin edebî eserde, şekil ve muhteva ile ilgisini de kurarak ve orijinal bir söyleyişe uzanarak kullanılmasından doğan kendine haslık”, “belli bir görüş, duyuş ve birikime sahip olan sanatçının hayatı boyunca edindiği tecrübe ve tavırlarla seçtiği konuyu, biçim ve içeriğin belirlediği vasıta ve yöntemleri kullanarak kendisine has bir biçimde ördüğü kelimelerle anlatmasından doğan bir edebî değer unsuru ve ölçüsü”, “sanatkârın, ferdî bir duyuş tarzı ve kompozisyona sahip muhtevayı, kelimeden cümleye kadar uzanan dil unsurları aracılığıyla ve belli bir yapı bütünlüğü içinde, ferdî ve orijinal bir biçimde ifade etmesi” “işleme ve hareket (fonksiyon) halinde bulunan şuur ve umumiyetle ruh muhtevalarının ifade şekli” ve “her şahsın efkâr ve mülâhazâtını ta’bîrdeki tarz-ı mahsusdur” şeklinde tanımlanmaktadır. Üslûp, edebiyatın tanımı gereği dille ilgilidir ve dil malzemesinin işlenmesi üslûbu vermektedir. İkincisi üslûp, dilin bireysel kullanımıdır ve yazarın/şairin dille ilişkisini çok yönlü bir biçimde belirlemektedir. Üçüncüsü ise üslûp, muhtevaya ilişkindir ve anlatılan konu/tema, verilmek istenen mesaj ile sunulmak istenen ana fikir, üslûbun oluşmasını sağlamaktadır.
İmge: Modern şiirde sıkça başvurulan imge/hayal/imaj, şairin iç dünyasını, duygu ve düşüncelerini birtakım kelime ve kelime gruplarından yararlanarak orijinal ve daha önce başvurulmamış bir surette anlatması, dile getirmesi demektir. İmgeler teşbih, istiare/metafor, mecaz-ı mürsel, teşhis ve intak, iham gibi edebi sanatlar aracılığıyla yapılmaktadır. Hilmi Yavuz, Nuh tufanına telmihle, “…kalbimiz minibüste/bir tufanın içine sığınmayı dilerken” demek suretiyle kalbi insanlara benzetmiş, minibüsü Hz. Nuh’un gemisine telmih etmiştir.
Sembol: Toplumsal kodları ve şifreleri taşıyan, herkes tarafından üç aşağı beş yukarı manası bilinen ve orijinal olmayan kelime, kelime grupları ve ibarelere denir. Arif Nihat Asya’nın “bayrak” için “Kız kardeşimin gelinliği/Şehidimin son örtüsü” ifadesini kullanması buna bir örnektir.
Mazmun: Divan şiiri geleneğindeki imge ve sembollere mazmun denir.
Estetik: Sanat felsefesi olan estetik, güzelin bilimidir. “Güzel” kavramını edebi yapıtlarda arayan ve tespit eden estetik, güzelliğin toplumlara, anlayışlara, tarihsel koşullara, yazar veya şairin psikolojik durumuna göre farklılaştığını belirtir. Buna göre bir dönemin güzellik anlayışı, estetik ölçütleri vermektedir. Örneğin Servet-i Fünûn dönemi şairleri, belli güzellik ölçütlerine göre şiir yazmaktadırlar. Kapalılık, bireysellik, az kullanılan kelimelerin tercihi, aruz vezni vs. bu dönemin estetik ölçütlerini vermektedir. Estetik, bir olguyu çözümlemeye çalışırken dört problem üzerinde durmaktadır: Estetik süje (algılama faaliyetini yapan insan), estetik obje (güzellik değerini üzerinde taşıyan varlık/sanat eseri), estetik değer (estetik objenin sahip olduğu güzellik ve yücelik) ve estetik yargı (estetik süjenin estetik obje hakkında verdiği hüküm)
Not: Daha önce felsefenin bir alt alı olan estetik 18. yy.’ın sonlarında Alexander G. Baumgarten’in çabalarıyla özerk bir bilim dalı haline gelmiştir.
Poetika: Şairlerin şiir ve sanat hakkındaki görüşlerini anlattıkları manzum veya mensur eserleridir. Şairler genellikle kendi şiirlerinden yola çıkarak şiir dili, yapı, muhteva, anlam, imge, gelenek vs. gibi konular üzerine görüşlerini belirtirler. Bunun dışında şairlerin şiir hakkındaki görüşlerini ikinci elden kaynaklarda da bulmak mümkündür. Örneğin bir akademisyen bir şairin veya şiir akımının şiir hakkındaki görüşleri üzerine ilmî bir araştırma yapabilir. (Alaaddin Karaca-II. Yeni Poetikası). İlk poetik metin Aristo’ya aittir. Aristo, Poetika adıyla yazdığı eserinde sadece şiirden bahsetmemiş, tiyatro ve destan hakkındaki görüşlerini de aktarmıştır. Buna göre poetika başta yazar ve şairlerin sanat hakkındaki görüşlerini anlattığı eserler iken sonradan sadece şiir hakkındaki görüşlerini anlattığı eserler olmuştur.
Kaynakça:
İsmail Çetişli, Edebiyat Sanatı ve Bilimi, Akçağ Yayınları
Yazar: Serpil Altunyay